Bazı bireylerin başına gelen ve onları, ötekilerin aldırmazlığını kendi eziklikleriyle telafi etmek zorunda bırakan adaletsizliktir. Sosyal yapı tarafından yetiştirilen bireyler. Kabullendikleri ya da onlara dayatılan öğretilerin, evrensel ya da doğuştan olmadığını anlayabilme becerisine bir türlü sahip olamamış başka bir insan modeli. Hayal kuramayan, bekleyen, bekleyemeyeceğini bekleyen, her daim üzülen, dönüşülen ve eksilen insan modeli. Romantik bir kaygı olarak düşünülmesin. Gerçeklik. Adaletsizlik. Beklentilerin doğurduğu hayal kırıklıkları. Adalet olarak adlandırdığımız şey bu. Eksildikçe dönüştüğümüz bu yaranın ta kendisi. Peki bizi bu noktaya getiren neydi?
Bir limon ağacında olgunlaşmayı bekleyen bir limonsunuz. Sadece daha sarı ve sulu olmaya, güneş ışığına ve yeteri kadar suya ihtiyacınız var. Birden bir fırtına istediğiniz olgunluğa ulaşamadan tutunmuş olduğunuz daldan sizi koparıverdi. Siz hızla, yerçekiminin kuvvetiyle yere düşerken, başka dallardaki limonlara baktınız. Bir tanesini o anda gözünüze kestirdiniz. “Neler oluyor? Bana yardım et? Ben olsaydım sana yardım ederdim. Lütfen beni kurtar!” Yeteri kadar güneş ışığı alan, sarı ve sulu, aynı zamanda dalına tutunmayı başarmış diğer limon ne derdi? “Bence sen dalına tutunmadın. Senin yerinde olsaydım daha sıkı sarılırdım.” Yere düştünüz. Ezik ve çürümüş. Parçalanmış. Yaralı. Beklentilerinin, kendi adaletinin kurbanı. Çöp.
Yaşam, mücadelelerle geçer. Şiddetli mücadeleler. Az veya çok. Pek fark etmiyor aslında. Fark eden şey ne biliyor musunuz? Malzeme. Malzemesi az olanlar bu mücadelede zorlanıyor, hayal kırıklığına uğruyor. Sarsılan adalet inançlarıyla geleceklerine yön veremiyor, seçimler yapamıyorlar. Seçenekler oluşturmak için çok az malzemeye sahip olan o yaralı insanlar. Yığınlar halinde yürüyen, gözlerinin içi boşalmış, göğe de yere de bakmayan ve belirsiz bir geleceğe doğru giden. O yaralı insanların bitmek bilmeyen beklentileri. Zaten çoğunlukla gerçekleşme ihtimallerinden bağımsız olan, yaşamdan ve insandan beklentileri. Elindekileri yitirmekten korkarlar ve çukura gömerler. Sonra da beklemeye devam ederler. Az malzemeli mücadelesi. Dönüp de arkaya baktığında düşlerini, yaşamını yitirmiş. Bilirsiniz sonunda dönüp hep arkamıza bakarız. Elindekileri de çukura gömdüğü için korkak. Cesaretlerini tek bir günde ya da gecede hatırlar, bir yargıç cübbesi giymiş, sözde adalet sembolü olurlar o günün ardından. Kendi adaletini yaratan, içinde kaybolduğu cübbeyle. Her geçen gün başka şeyler düşünür, her geçen gün bambaşka biri olurlar. Oradan oraya yuvarlanan şekilsiz, çirkin bir taş gibi. Karanlık bir kuyuya düşer gibi. Zaman kavramını kaybeder. Neyi değiştirmesi gerektiğini ve nerde bitireceğini bilemez. Bir salyangoz gibi kabuğundan kurtulmayı başaramadığını düşünür ve onunla yaşamaya mahkummuş gibi bir hayat sürer. Kabuğundan sıyrılmayı düşünmek yerine, kabuğunun tırnak eti olduğunu hiç fark edemez. Yaşadığı her ana isim vermeye çalışan boşuna insanlar. Yaratılışından beri böyledir bu. Hepimizin. Var olduğumuzu algıladığımızda çıldırmaya başladığımızı düşünen, gözleri kamaşan, ışıktan kaçan. Karanlıktaki az malzemeli insanların mücadelesi. Adını mücadele koydukları tekdüzelikleri.
Adını bizim koyduğumuz adalet kavramı, her zaman adaletsizlik. Beklentilerimiz. Hayal kırıklıkları. İnançlarımız. Öğretilenler, öğrenilmişlikler. Kurduğumuz yüksek duvarlar. İçimize bir türlü dönemeyip, aşamayışımız. Tabular. Alışkanlıklarımız. Birey olamayaşımızın yarattığı tutsaklık. Elde kalan az malzeme. Belki de kalmayan. Halka halka uzayan bu zincirler. Bizim putumuz aşmak, artık tutarlılığı ona feda ediyoruz.