Koca bir çukurun içinde belki kuyunun. Elle tutulur acımasızlıklara uyandırıldık. Saçmalıklara. Derdi neydi ki? Onun. Onun bunun şunun. Hangi istasyonda bırakmak isterdiniz? Hangi kuşla yollamak isterdiniz? Hangi suya, karanlığa, toprağa. Saçmalık. Uçmak. Hep böyle miydi? Yani sanki. Bir yudum daha…
Her sabah yürüdüğüm bu uzun koridorda, iki yıldır, saat tam 08.22’de. 2. adım ellerini yıka. 4. adım vs. Bütün bir sırada zihinlere hapsolmuş benlikler. Duygusal çıkar güdümü diye anımsadığım o insan bellekleri. Köleliğe bağlanan efendilikler ya da duygularımıza yüklediğimiz değişen…
Her şey benim ruhumdan bakıyor. Saçımın sesini dinle. Aniden duvar çatlıyor Masalın sonunda, uçmakta olan kuşa bulanıklaşıyor gözleri. Öyle düşünüyorum sevgilim çatlıyor ve uçuyor. Bunaltılı yok hayır bulantılı bir gecenin sabahına, gün akşama döndüğünde ben rüyaların peşinde, uyudum mu? Kaçıncı…
Gök gürlüyordu. Gittikçe artan mutsuzluğumuza bir tepkiydi sanki. Kendinize gelin tepkisi. Size eşlik ettiğim zamanlardan geçin. Ayağınızı uzatın ve bir de kendiniz dinleyin. Bilemiyorum. Onlar da bilmiyor. Onlar ve ben. Biz, 4 kişiyiz. Biriyle yağmurlu bir akşamüstü durakta otobüs beklerken…