Sevgili arkadaşım Gizem’in kaleminden…
Saatin bir türlü susmak bilmeyen tik-taklarıyla yine aynı yerde, yine aynı saatte karanlık bir geceye uyandım. Farklı olan kokuydu. Yeni karılmış harç kokusu tüm çiğliği ile burun deliklerimden gözlerime hücum ediyordu. Başımın dönmesine aldırış etmeden hızla koltuktan kalktım. Parmaklarım duvarın yapış yapış dokusu yerine pürüzleri ile buluştu. Sıvası dökülmüş duvar boyunca ilerledim. Harcı bir yerden sıvamaya başlamış olmalıydım. Sonra… sonra ne ara sızdım? Peki bodruma ne ara inmiştim? Saatin tik- takları düzgün düşünmemi engelliyordu.
Bir labirentteydim ve içimde devinip duran sesler tarafından parça parça ediliyordum.
Gözlerimi ovuşturarak etrafa şöyle bir baktım.
Rengi atmış ikili koltuğun yanında duran üç ayaklı sehpa devrilmişti. Sol tarafta yığılmış eski dergiler vardı. Bir türlü atılamayan kıyafetlerin ve hiç kullanılmayan ıvır zıvırların doldurduğu hurçlar üstüsteydi. Lacivert leğen ve modası geçmiş elektrikli ısıtıcı da yerindeydi. Merdivenin dibinde temizlik malzemeleri duruyordu. Karton kutular gelişi güzel atılmış, gazetelere sarılı 12 kişilik eski yemek takımı ise merdiven boşluğunda her zamanki yerinde güvendeydi. Bir daha kullanılamayacak olsa da, atamadığımız her şey buradaydı.
Sıvanmış duvar merdivenlerin tam karşısındaydı. İki adım genişliğinde ve bir adam boyundaki bir ayna, duvarın içine hapsedilmişti. Saatin tik-takları aynanın içinden geliyordu. Yalpalayarak aynaya yaklaştım. Aksimi gördüğümde artık her zamanki kokuyu duymaya başlamıştım. Elektrik tellerini kemirirken çarpılan fare kokusu. Bir avuç etin yanık ve çürümüş kokusu beynime dolmaya başladı. Aynaya baktım. Tik-taklar kesilmişti. Sarsıldım ve uyuştum.
Gözlerimi daha ne kadar açabilirim?
Parmaklarım soğuk ve pürüzsüz yüzeye dokundu.
Hissiz… Hissiz…
Canım acımamalı.
Gözlerim yanıyor.
Bedenim çözülmeye ve ayrışmaya başladı. Önce parmak uçlarım parçalandı, dokuların birbirine kenetlenmiş yapıları deformasyona uğradı ve birbirlerinden bağımsız olarak süzülmeye başladı. Ardından parmaklarım, el ayalarım, kollarım ve göğüs kafesim çözüldü; oradan hızla bedenimin alt ve üst kısımları moleküllerine ayrıldı.
Gözlerimi daha ne kadar açabilirim?
…
Cevap yok.
Ben…
Görme sınırının ötesine geçtim.
Görme sınırı…
Beden olarak adlandırılan kütlem, içinde yaşadığımız üç boyutlu evrende bir bütün olarak varlığını devam ettirmekten aciz bir hale geldi.
Nedeninin ne olduğunu bilmediğim bir değişim sonucunda tamamen çözüldü.
Birbirinden ayrı halde süzülen gaz molekülleri gibiyim. Bedenim olması gerekenleri bir bütün olarak hissediyorum. Baktığım zaman ayrışmış bir biçimde gördüğüm kol ve bacaklarımı parçalanmamış gibi hareket ettirdiğimin imgesi düşüyor zihnime.
İnsan gözünün algılayabileceği 380 ile 760 nm arasının altı ya da üstü…
Nerede olduğumu bilmiyorum. Bedenime çarpıp yansıyan ışınlar bu aralıktan süzülmüyor ya da ben o aralığın ötesini algılıyorum artık. Bilemiyorum.
…
“İnsananoğlu uzakta kaldı. Dön ve arkana bak.”
-Sen kimsin?
…
Hızla aynaya baktım.
-Kimsin?
“Burada yansıyabileceğin bir yer yok. O yüzden tüm hisler havada yüzer.”
Ses bedenim olması gereken yapının molekülleri arasındaki boşluklara sızıyordu.
“Sadece dalgalanmalar ve minik titreşimler halinde anlaşabiliriz burada” dedi ses. “Çünkü yansımalarımızı ve gölgelerimizi kaybettik biz.”
Yansımalar ve gölgeler…
…
Biz…
Siz…
Kimiz?
Kimsiniz?
…
Aynaya yaklaşıp ellerimi koydum. Pürüzsüz yüzeyin ötesindeki bodrum katı sisler içinde yüzüyordu.
Tik-taklar ve tüm kokular geçmişti. Çömelip merdivenin sonundaki kapıyı görmek istedim. Kapı eşiğinden sızan ışık sisin üzerinde ışıldıyordu. Kapının açıldığını gördüğümde haykırdım ve aynayı yumrukladım.
Bağırışım havada minik titreşimler yaratıp duruyordu. Dudaklarım gökyüzünü öpüp mora boyuyor ve ağzımda kahverengi tatlar bırakıyordu.
Eşikten içeri uzanan erkek ayaklarının peşi sıra bir oğlan merdivenlerden aşağıya koştu. Bazen koltukta zıplıyor, bazen leğende gazete kağıdından yapılma gemiyi yüzdürüyor, bazen sehpahada resim yapıyordu. Sürekli hareket ediyor, sabit kalamıyordu. Her yerde ve hiçbir yerdeydi. Sisin içinde hareketleri jöle gibi titreşiyordu. Adam oturmuş köşede dergi okuyordu. Sonra kadın geldi, çocuğu leğende yıkadı. Elleri hayaletler gibi şeffaftı.
Birbiri içine geçebilen, birbirine benzeyen; fakat birbirinden bağımsız, kopuk görüntüler bir süre sonra dağıldı.
Süzülen, kıpırdayan, batan bir şeyler tarafından sarılmıştım. Ardından yumuşak bir his vardı içimde.
“Uzun süredir kimse tarafından dokunulmamışsın.” diyerek güldü ses.
Sinsice içime batan, boşluklara doğru kayan…
Titreşimler ve dalgalanmalar.
Boşluklarıma doğru kayan…
Ses boşluklarımı doldurdu.
Ses…
…
Biz…
Siz…
Kimiz?
Kimsiniz?
…
Ellerime bakmak istiyordum. Elim zihnimde, uzanıp bir şeylere dokunabileceğim eski elim. Belki de burada uzanıp dokunabileceğim bir şeylerin olmayışı yüzünden biçimsiz ve dağınıktı elim.
Zihnimde elimin gerçek formu ile uzanıp dokunabileceğim nesneler yaratmak istiyordum. Gözümün gördüğünden çok daha gerçek hayallerdi bunlar. Gerçek hayaller… Siyah saçlı bir baş gibi. Yumuşak bir his ellerimde.
*
Bir duvar var aynanın bu yanında. Ne kadar yaklaşırsam o kadar yükseliyor önümde ya da ben ufalıyorum. Hala çözemedim. Bir duvar. Öyle olduğunu düşünüyorum. Öyle olduğunu biliyorum. Zihnimde düşen imgesinde yakınlaşıldıkça büyüyen, varlığı beni aciz ve küçük hissettiren bir duvar.
Bir duvar…
Duvar…
Korkutuyor.
Asla ulaşamayacağım. Ulaşsam bile içinden geçmeme asla izin vermez.
Ona her yaklaşmak istediğimde korkunun yarattığı adrenalin patlaması bedenimi oluşturan milyarlarca parçanın kasılmasına, hızla titreşmesine neden oluyor.
Zihnimin içinde kendimi imgelediğimde, sararmış benzimi ve titreyen ellerimi görüyorum. Çelimsiz vücudumu kasıp kavuran sarsıntı, kalbimin damarlarımdaki tüm kanı panik halinde emmesine ve hızla hücrelerime geri püskürtmesine neden oluyor.
Boynumdaki damarların çeperlerinin önce genişleyip sonra büzüştüğünü, parmak uçlarımın uyuştuğunu ve göğüs kafesimin içeri göçercesine beni rahatsız ettiğini hissediyorum.
Tüm bunlar etrafımdaki dalgalardan ve titreşimlerden çok daha gerçek.
Gerçek…
Zihnimin dışındaki gerçeklik zavallı zihnimin kabullenemeyeceği kadar korkunç. O yüzden kendi gerçek hayallerine inanmayı seçiyor.
Bizim burada mora ve kahverengiye inanmayı seçtiğimiz gibi.
Biz? Kimiz?
*
Sarsıldım ve uyuştum. Hislerim… Hislerim havada yüzüyordu. Sıcak…
“Parmak uçların yanabilir, dikkat et.”
Ses gene boşluklarımı doldurdu.
Sıcak…
“Evet.”
Havada yüzen hislerime dokunmak için ellerimi kaldırdım. Yüzüme doğru uçuşan tozları savmak istercesine ellerimi saçma sapan bir şekilde salladım. Uzaktan bakan biri havayı dövdüğümü söyleyebilirdi.
Benim amacım ise havada yüzen hislerime dokunmaktı. Hislerim parmak aralarımdan kayıp geçti.
Sıcak…
“Parmak uçların yanabilir, dikkat et.”
Ses… ve boşlukları.
-Biliyorum, biliyorum…
Boğazım kurumuştu. Nefes almak istedim sonra vazgeçtim.
“İhtiyacın yok.” dedi ses.
Düşünceler hızla oluştu ve sonra eriyip gitti.
“Düşüncelere de ihtiyacın yok.”
Ses boşluklarımda yankılandı.
-Kes şunu! Kes şunu! Kes!
Bağırışlar…
Ellerim tekrardan uzaktan bakan biri için havayı dövmeye başladı saçma bir şekilde.
-Kes.
Ses, gelmiyordu.
Yutkundum.
Parmaklarım arasında dolanan bir ürpertiyi çektim içime.
Düşüncelerim hızlanıyordu. Yanık ve çürümüşlüğün o ekşi kokusu doluyordu bu sefer boşluklarıma. Minik titreşimler halinde kusuyordum kahverengiyi.
Sessizlik…Sessizlik…
-Nefes almaya ihtiyacım yok benim.
“Evet, nefes almana gerek yok.”
İnsanoğlu…İnsanoğlu uzakta…
Hızlanıyordu zihnim.
O duvara asla ulaşamayacağız. Biz… Asla… Geçmemize asla izin vermeyecek. Bizi gerçekliğin dışında bırakmaktan hiç vazgeçmeyecek. Hiç…
Ağlıyordum, içime doğru.
*
Bir aynanın karşısındayım.
Ayna yansıtmıyor bana olmak istediğimi.
“Burada yansıyabileceğin bir yer yok.” diyor ses.
Olmak istediğim, olması gerekenin gölgesi olarak var olmaya savaşıyor.
“Gölgeler yok burada.”
Ayna…
Bir aynanın karşısındayım.
Görmek istiyorum.
Gözlerimi daha ne kadar açabilirim?
Parmaklarım soğuk ve pürüzsüz yüzeye dokunuyor.
Hissiz… Hissiz…
Kanımı kavuran öfke ile yüzümü vuruyorum aynaya.
Canım acımamalı.
Kırılan aynanın sırlarına karışıp sır oluyor yüzüm. Cam parçacıkları gözlerimin içine doluşuyor.
Gözlerim yanıyor.
Boy aynasının önüne kusuyorum.
Ardından zihnime dönüyorum. Hayallerimin “gerçek”ten daha gerçek olduğu zihnime.
Asıl parçalanmanın yaşandığı zihnime.
*
“…bilinç odasından dışarıya bir yarık bulup da bir an aşağıya bakanın vay haline!
G.