Sevgili arkadaşım Ezgi’nin kaleminden…
Ben hasta bir adamım. Ruhumu en bilinmez, en yalnız köşelere sürükleyen, zihnimi tuzağa düşürüp, her şeyi, herkesi hatta kendimi bile bana yabancı eden ama asla öldürmeyen bir hastalık bu.
Bu hastalığa ne zaman, nerede yakalandım, tam olarak hatırlamıyorum. Galiba her şey geçen kış başladı, o en uzun gecede. Bir rüya gördüm. Yalnız başıma yürüyordum her gün geçtiğim sokaktan. Yürüyordum kimsesiz evlerin önünden, yalnızca solgun renkleri kalmış geriye. Sırasıyla sarı, yeşil, mavi. Sarı renge boyanmış olanın, beyazdan kemerlerine su damlıyordu karla kaplanmış çatısından. Kar durmuştu, ben daha rüyaya dalmadan. Karşısında ise beni her zaman tedirgin eden soluk yeşil, iki katlı ev, yarı açık pencereleriyle üstten üstten bakıyordu. Karanlık dolaşıyordu içerde. İnsan silüetinde iki uzun ağaç yan yana açılmış dört kapının arasında, onlardan izin almadan kimsenin geçmesine izin vermeyeceklermiş gibi dimdik uzanıyorlardı.Tepelerinde de ferforjeden sokak lambası. Bir suç işlesem hemen vuracaktı sarı ışığı gecenin karanlığında yüzüme. Oysa gündüz vaktiydi. Yanmıyordu lambalar. Yine de geçmedim oradan. Benden başka kimse basmıyordu kara. Ayak izlerim çıksın istemedim. Daha da ilerde solgun mavi ev. Yine iki katlı. Alt kattaki panjurlar sımsıkı kapalıydı ama üst kattaki pencerelerin perdeleri açıktı, yeşilden daha davetkâr. Karda yürüyordum tek başıma. Bir tek ben basıyordum kara. Ardımda ayak izleri. Yürüdüm. Tek başıma değildim sonra. Yüzler eşlik ettiler bana. Hiç görmediğim yüzler. Her gün yanlarından geçip gittiğim yüzler. Geçmişe gittik birlikte. Ardıma baktım. Kar yoktu. Pis, kalın bir halı yerde. Perdeler sımsıkı kapalı. Henüz güneş doğmamış. Oturuyordu herkes. Konuştular benimle. Ben aralarında süzüldüm. Tanıdım bazılarını çoktan koparıp attığım o tenha, gizli takvimlerden. Konuştular hep bir ağızdan. Dinledim, anlamadım hiç birini. Gittiler bazıları, uyanmamı bile beklemeden. Bir kadın geldi sonra. Saçları kadifeden ipekli. Uyandım.
Ardı arkası kesilmedi rüyaların. Geceler kısaldıkça rüyalar uzadı. Önce aldırmadım. Her şey belli belirsizdi. Yüzler hala tanıdık, hatıralar hala canlıydılar. Her gün yürüdüm sokaklardan tek başıma. Sırasıyla sarı, yeşil, mavi. Ardımda silik ayak izleri. Adım attıkça soluklaşan.
Uyudum tekrar, uyandım. Görmediğim yüz kalmadı. Sonra kadın geldi saçları kadifeden. Koynunda el kadar tren. Verdi bana. Tren çuf çuf gitti. Okşadı başımı kadın. Tren rayların üstünde bir tur attı. Dumanı tüttü tepesinden. Kadın gülümsedi. El salladı bana trenden. Gözleri yaşlı.Ben kaldım. Son bir tur daha attı, kaybolup gitti uzaklara. Herkes el salladı. Konuştular benimle hep bir ağızdan, dinledim, anlamadım. Uyandım sonra.
Ardı arkası kesilmedi rüyaların. Kötü bir hastalığa tutulduğumu anlamıştım. Zihnim, bedenim, hafızam zayıflıyordu. Ne zaman tanıdık bir yüz görsem, ne zaman hatıralarımı yoklasam, kafamın içine yerleşen bir sis yoğunlaşıp en katı halini alıyor, gerçeklikle arama giriyordu. Aynada yüzüm gittikçe soluklaşıyor, ardımı görür gibi oluyordum bazen.Saçları kadifeden. Geceler iyice kısaldı. Ben yürümeye devam ettim sokaklarda. Sırasıyla sarı, yeşil, mavi. Süzülüyordum artık, hiç iz bırakmadan.
Uyudum tekrar, uyandım. Kadın her seferinde geldi. Elele koştuk sokaklarda. Diğer yüzler de eşlik ettiler bize. Hepsinin saçları kadifeden, ipekli. Oynadık karların üstünde. ‘’ Seni bekliyorum,’’ dedi kadın elinde yapma bir gül, ‘’Geçmişe gidelim birlikte, tahta atınla geçtiğin.’’ ‘’Tamam,’’ dedim. Sürdüm atımı uzaklara. Kalanlar el salladılar. Hepsinin saçları kadifeden ipekli, hangisi gerçek bilemedim. Uyandım sonra.
Ardı arkası kesilmedi rüyaların. Geceler yeniden uzamaya başladı, rüyalar kısalırken. Yüzleri ve anıları tamamen kaybettim. Bir ben kaldım, beyaz tül perdelerle, kat kat çevrelenmiş. Kendime bakmaya korkar oldum. Tüm aynaları kaldırdım. Baktığım her yüz eğilip büküldü, tek bir yüze dönüştü. Saçları kadifeden, ipekli. Kim olduğunu asla bilmediğim. Yürüdüm sokaklarda yalnız başıma. Sırasıyla sarı, yeşil, mavi. .her an daha da soldular. Yerler çıplak. İzlere bakmadım bu sefer.
Uyudum tekrar, uyandım. ‘’ Kimsin?’’ dedim. ‘’ Saçlarım kadifeden,’’ dedi. ‘’Şimdi değil, bekliyorum seni. Yazlık sinemalarda buluşalım, gelecek misin? ’dedi. Kalabalıktı çok. Hep birlikte yürüdük sinemalara. Oyuncular da oradaydı. Konuştular benimle, hepsinin de saçı kadifeden. Ama film oynamadı.’’ Gel,’’ dediler hep bir ağızdan. ’Gelirsen söyleriz sana.’’ Hangisi gerçek bilemedim. ’Gel ,’’ dedi kadın saçları kadifeden. ’Bulmak zorundasın,’’ dedi. ‘’Ancak o zaman söylerim sana kim, ancak o zaman derdini.’’ Uyandım sonra.
Anladım o zaman kim iyileştirecek beni. O kadını bulmalıydım tekrar en uzun gece bitmeden. Nereye gideceğimi bilmeden yürüdüm. En ufak bir fikrim yoktu. Ama bana ‘’Gel,’’ demişti.’’ Söylerim sana.’’ Demek beni bekliyordu bunca zamandır. Her şey iyi olacaktı. Beni iyileştirecek, bu boğucu sisin içinden çekip çıkaracaktı.
Yürüdüm sokaklarda bir ipucu arayarak. Kar yağıyordu. Ayağımın altında ezildiler. Sonra garip bir his doğdu içime, bu sefer göreceğimi biliyordum. Ardımda tek bir ayak izi, öylesine belirgin. Hemen süzüldüm oraya. İz değişti, kocaman bir B harfine dönüştü. Bana gönderdiği ipucu olmalıydı bu. Kafama iyice kazıdım. Sonra açlıkla etrafıma bakmaya devam ettim devamı gelir mi diye. Yeşil eve bakmaya çekiniyordum. Ağaçlar hışırdayıp duruyordu kar gibi durgun gecede. Yaklaştım yanlarına ayaklarım tedirgin. Tam o anda lamba yandı, sarı ışığı vurdu ağacın yüzüne, sonra değişti yapraklar. Nefes bile almadım.Büyük bir E harfi. Kalbim sıkıştı. Çok az kalmıştı, hissediyordum. Dönüp mavi eve baktım. Oda bir ipucu verecek miydi bana? Umudum yaklaştıkça daha da arttı. Çünkü her zaman kapalı olan alt kat panjurları sonuna dek açılmıştı. Sokak yansıyordu camından. Ardında beyaz tül perdeler. Kendi yüzümü gördüm önce. Sonra cama nefesim vurdu.Yüzüm dağılıp gitti. Biri parmağıyla yazar gibi harf oluştu buğuda. Büyük bir N. B-E-N. Ben diyordu ipucu. ‘’Sen kimsin?’’ dedim. Değişti harf. Kendimi gördüm yeniden. Saçlarım kadifeden ipekli. Dehşetle geriye kaçtım. Ben dedi yüz. Gülümsedi bana. Tül perdeler salınıyordu yüzünde. Koynunda el kadar tren. Ağzı kıpırdadı. Ama tüm yüzü konuşuyordu sanki. Ben diyordu. Kim olduğunu söylemiyordu. Göremiyordum bende. Harfler uçuşuyordu yüzünde. Ben diyordu yalnızca. Ağzı, gözü, burnu, kaşları hepsi birden ben diyorlardı. En çok ta saçları. Kadifeden ipekli. Ben, ben, ben. Neden göstermiyordu kim olduğunu? Neden daha açık konuşmuyordu? Bilmiyor muydu ben, ben hasta bir adamım.