Bugün de koşan bir atın ağzı boyunca koşacağım. Venüs ve Mars gibi, alegorik bir insan imgesi, bir kız portresine dönüşebiliyor nasıl olsa.
Düşen, yükselen nesneler gibi, karmakarışık olacağım. Nerede olmalarını istiyorsam ona göre düzenliyorum, evrenin her bir noktasını, bütün noktalarını.
Geçen zamanlar o kadar sahte olduğu halde, elimi kaldırıp dağıtmayı düşünmüyorum bile. Bir daha kamaştır gözlerimi, var olmaktan vazgeçmiş gün ışığı, parla… Ey ay ışığı. Parla!
Tinselliğin ta kendisi, beden, et-ruh. Salt bir gerçekliği bile yok. Bir duygu, en mahrem yerlerime çöreklenmiş bir duygu gibi.
Söz konusu açıklayabilmeye gelince, buz gibiyim. Çözülmeyecek, yıllar sonrasına fırlatılacak ve asla hatırlanmayacak bir buz kütlesi gibiyim. Üfleyince yok olacak bir karahindiba belki. Duymak istemediğim o fısıltılar, iddialı cümlelerden geçip daha yalın bir hale getiremediğim sığlıkta. Türkçede bunun bir karşılığı var, indirgemek. Babamı öylesine korkunç şekilde yaralamalarının ardından, hep yaptığım gibi, koşarak kaçtım. Koşan bir atın ağzı boyunca koşup, kaçtım. İri bir adam, asfalt düzlüğün ortasına tükürdü. Gizli bir tünele benzeyen o yerde, kadın çocuğunun kolunu çekiştirdi. Kuyruğa benzer bir şey oluştu, irili ufaklı. Çocuk, kafasını ellerinin arasına aldı. İhtiyar, kan çanağı gözlerini göğe dikti. Kısa boylu olan, sandalyenin üstüne çıkıp, ellerini havaya kaldırdı. Hantal köpek gözlerinin birini açtı. Uçaklar u dönüşü yaptı. Ben atın ağzında bir kediye dönüştüm. Tedirginliğini ahenkle yaşayan bir kuğuya belki. Sanki herkes tam da şu an burada ve şehirde tek bir boş oda yok. Kargaşa bir zaman sonra hafifledi. Evet, söz veriyorum ki o insanlar soğuk ve yabancı bir gecede minibüse binip gidecekler baba.
Hiçbir şeyden anlamayan insanlara bel bağlamaktan başka seçenekler vardır.