Cevapsız
Sarının en sıcağında, daha acayip olan hayatımın daha da ya da gitgide daha fazla alıştığım birbirinin aynısı olmayan zaman dilimleri. Dinliyormuş gibi yaptıklarım, anlıyormuş gibi davrandıklarım. Farklı yüzler... Yoruldun mu? Hayır.
Açıktaki gemilerin hiçbirinin onu beklemediğini bilir. Hiçbir zaman, hiçbir yere gidemeyeceğini düşünür; bugüne kadar nasıl yaşamışsa, bundan sonra da öyle yaşayacaktır.
– Cemil Kavukçu
Kadın gözlerini kapatıyor dans ederken. Çamurun içinden çıkıp, çamurlu suyun yüzeyinde çiçek açan bir lotus çiçeği gibi… Etrafındaki maskelerden sıyrılmış, salt gerçekliğiyle. Duruyor karşımda şimdi. Ellerini havada başının tam üzerinde birleştirmiş, sol bacağını sağ diz kapağının hizasına getirmiş parmak uçlarının üzerinde dönüp duruyor. Onu, gözlerimi ayırmadan izliyorum. Tek çekmecesi olan, o ahşap kutunun içini açtığınızda kırmızı ve kadifemsi bir kumaşın üstünde, yuvarlak aynanın tam önünde dans eden o küçük altın rengi balerin gibi. Kutuyu açtığınızda çalan müziği hatırlıyor musunuz? Ben hatırlıyorum.
Dört katlı bir apartmanın yirmi üç numaralı oldukça geniş dairesindeyim şimdi. İçeride ne olduğunu tam algılayamadığım, birbirine karışan sesler var. Kahkahalar, uğultular, ayak sesleri, çok gürültülü bir müzik ve çeşit çeşit danslar. Çeşit çeşit insanlar. Boyalı yüzleri, kostümleri… Ben mi? Cadılar Bayramı partisine siyah tişörtü ve turuncu kareli pantolonuyla sürüklenen bir adamım. Kafasına fötr şapka geçirilen, sarı, tırtıl şeklinde bir koltuğun üzerinde oturmuş etrafı dikizleyen yalnız bir adamım.
Elimdeki şişenin dibine gözlerimi kısarak baktım. Bitmiş. Ayağa kalkmak zordu benim için. Kendimi dalgaların koynuna bırakmışım da sürüklenmiş ve kabuklu hayvan kaplı sert bir kayaya çarpmışım gibi acıyordu her yerim. Kabuklu hayvan. Aldığı kadar un… Yorgun, ait hissetmeyen ve acı çeken bir adamım. Kalmaya devam edecek kadar aciz. Konu nasıl buralara kadar geldi bilmiyorum. Kalkmalıyım. Yol uzun. Uzun. Upuzun. Kalkacak, kalabalığın arasında montumu bulmaya çalışacak, dans eden kıza çarpacak, özür dileyecek, montumu bulacaktım. Ve en önemlisi yaklaşık iki saattir oturduğum şu koltuğun tam kenarında durmaksızın konuşan ve ne dediğini anlamakta zorlandığım rahibeden kurtulacaktım. Bir elinde pembe içeceğini tutan jartiyerli rahibe… Diğer elinde ne vardı hatırlamıyorum. Kapı ne taraftaydı? Gece zor görüyorum, görüş açım daralıyor. İleriye hakimim ama önüme asla. Gülesim geldi. Şimdi kahkahalarla tek başıma gülsem kimse duymaz. Duysalar keşke. Duysalar ne olurdu? Şuradaki ölü gelin mi? Ölü gelin. Klişe. Kapıyı buldum diyelim. Nereye gideceğim? Çorba. Kokoreç. Biraz yürümek. Hava soğuk iyi gelir. Evim pis, kedim aç. Yarın iş var. Ölü gelin.
Tam kalkmaya yeltenirken bir çift ayakkabı takıldı gözüme. Aşağıdan yukarıya doğru yavaş yavaş bakmak istedim. İçimden bir ses bunu yapmam gerektiğini söylüyordu. Gözlerimi kapattım, boş şişeyi kafama diktim. Gözlerimi açtım. Bana havadan uzatılan sigaradan bir duman aldım. Öleyim istiyorum. Gebereyim. O aynı yerde aynı ritmi tutan ayakkabılara baktım. Gözlerimi kapattım açtım bir daha baktım ve biliyor musunuz hepsini kafamda düşledim tüm bu cümlelerin. Kalktım. İnce uzun ayaklı bir masanın üstünden bir şişe daha aldım. Göz ucuyla o tırtıl koltuğuma baktım. Kimse oturmasın. Benim izim var o koltukta. Tırtıl şeklinde mi o ya? Bir daha baktım. Evet. Tırtıl gibi. Geri döndüm. Ayakkabılar kayboldu. Ben kayboldum. Aradım. Neyi? Bulacağım. Başka bir çift ayakkabı… Yumurta desenli, 40 41 numara arası göze oldukça kötü görünen ve üzerinde pis izler olan o bir çift çirkin ayakkabıdan gözlerimi ayırdım. Kafayı mı taktım? Ayakkabılara bakmaktan kendimi alamıyorum. Kedim ne yapıyor?
Baştan başlayalım mı? Boğulacaksınız.
Fısıldıyor sağır kulaklarıma rahibe.
Bilgi ağacının dallarını bilir misin?
Def ediyorum başımdan. Sarhoş.
Birincisi; istek, ikincisi; aşk, üçüncüsü; marifet, dördüncüsü; istisna, beşincisini hatırlamıyorum. Altıncısı; şaşkınlık. Ve yedincisi; yok oluş. Vadileriymiş.
Sen neyden bahsediyorsun ya? Kimsin sen?
Neyden bahsediyor? İçimde hissettiğim karmaşayla baş etmeye çalışıyorum zaten. Bilgi ağacı. Yok oluş. Git gide yok oluşum. Dediklerini anlamaya çalışıyorum.
Bizler de kendi öz benliğimizin farkına vararak, bilincimizde kim olduğumuzun farkındalığına uyanarak kendimizi yeniden var etmeye çalışmıyor muyuz? Bunun için önce kurban olduğumuzu fark edip, şaşkınlıkla uyanış ile kurban bilincini deneyimleyip, egolarımızı fark edip, onlarla baş etmeyi öğrenip, yine yeniden ego benliğimizi yok ederek öz benliğimizi ortaya çıkarmaya çalışmıyor muyuz?
Bu kadar uzun ve düzgün cümleler kurmasına şaşırıyorum. Öğrenilmiş, belki ezberlenmiş ama kesinlikle nefes kesici.
Bir tür ateş olup kendi kendime yanayım mı ben de? Yeniden mi doğayım istiyorsun? Yok oluşum. Var etmeye çalışırken. Gitsene.
Gitti. Gitmek üzere kalktım. Dans etmekten yorulan kıza baktım, yanına gidip öptüm onu dudaklarından. Yıkık gülüşünden. Çok romantik. Kedim aç. Ölü gelin bana bakıyor. Yaklaştıkça daha da ürpertici oluyor ve kımıldamıyor. Gidiyorum. Boğulacaksınız. Sizi aramayacağım dedim kapıdan çıkarken. İşin pis tarafı, duymadılar.
YanıtlaYönlendir |