Karanfil Sokağı
Şarabımı, üstünde içi boş kırmızı bir ajanda ve çarpık cümlelerle dolu kağıtlar olan yuvarlak masama koydum. Bütün ev vanilya ve küllük kokuyor. Pencerenin önündeki usul usul cama vuran ağaç gibi yalnızım şimdi.
Bana hediye ettiği pikabının yanında duran, eskimiş fotoğrafımıza gözüm takıldı. Bu fotoğraf, ben de nedense hep bir anlatma isteği uyandırır.
Demir parmaklıkların arasından bahçeyi görebilirdiniz. Pencerenin önüne tekli, iskandinav koltuklar yerleştirilmiş. Ortada iki lafın belini kırmalık alçak bir masa var. Her yer antika pazarı gibi! Onu kırışıklıklarından öptüm ve odaya yayılan ıhlamur kokusunun sıcaklığını içime çekip çıktım evden.
Bulut kümeleri içim gibi. Sonsuz grilik… Kalabalığın arasına hiç karışasım yok.Çarçabuk kaçmam gereken pek çok durumla karşı karşıya kalabilirim.
Elimi kaldırdım. Cılız bir fren sesi ve birkaç aceleci tavırdan sonra, Kurtuluş parkına gideceğimi söyleyebildim. Öndeki adamın toprak rengi ceketine dokunan, kırlaşmış saçları tartışmaya açıktı. Sıkıcı bir müzik çalıyordu. Arabadan indiğimde, ayağımın altındaki sarımsı yaprakların sesinin hazzını, şakaklarımda hissettim. Biraz yürüdüm… Gitmem gereken bir yer var.
Şimdi, gözlerimi acıtan matlıktaki binanın önünde öylece duruyorum. Kapıdan çıkan insanların donuk bakışlarında hüzün saklıydı. Sigara içenler, kederli bir dalgınlıkla telaşlı kalabalığı seyrediyor. Acı ne zaman yakışacaktı insana? Burnuma çocukluğumun lavanta kokusu geldi birden.
Korkunç bir kalabalığı atlatıp, odasına girmiştim. Geçmişine sadık birinin kokusu almıştım. Masasının üstünde logolu bir bardak… Kahvesi hiç tükenmeyecekmiş gibiydi. Oldukça gösterişli bir çerçevede de aile fotoğrafı. Fotoğraftaki muazzam renk uyumu bana samimiyetsiz gelmemişti. Duvarda, tozlanmış bir rafta parlak, kalın kitaplar ve ayçiçekleri tablosu vardı. Kapının arkasındaki kulak anatomisiyle ilgili resim ve açıklamalar benim neden burda olduğumu hatırlatmıştı.
Senede bir kere, herhangi bir gün onun yanına giderdim. Sesini ilk duyduğumda, suratımdaki şaşkın ifadeye beraber gülerek ağlamıştık. Çok acayip bir duyguydu. Yüreğinin yansısı iri ellerini tuttuğumda, ruhsuz floresan ışıklarının bana nasıl da tanrısal geldiğini, inanın anlatamam. Bütün kelimeleri, harflerin herbirine saygı duyardı. Özgün sohbeti büyüleyiciydi. Öğrenilmiş veya değil, hiç bitmesini istemezdiniz. Benim, sevgili ihtiyar dostum…
Sarsıldım birden. Ciddi olmaya alıştırılmış suratıyla, oldukça gülünç görünen bir adam bana çarpmıştı. Islanmaktan kaçıyordu. Elindeki çanta belli ki ağırdı. Onun için üzüldüğümü söylemeliyim.
Oraya girmeyeceğim. O da geçen sene bugünlerde ölmüş.
Biraz ıslanasım var. Canım ne istediyse o çalıyordu…
Sabah olmak üzereydi. Yaşlı dostuma gülümsedim yeniden.