- Karşıma otur, sadece dinle. Bir şarap koy kendine. Olur mu? Unutulmayacak anlardan bahsediyorsun. Anları nasıl zamansızlaştırdın? Seninle el ele, karanlığın en derinlerinde dans ettiğimiz zamanlar. Hatırlıyormuş gibi yaptıklarım. Başımıza gelen tüm güzel şeyler gerçekleşir ve onlarla işimiz biter. El değmemiş ve canlı olduklarını zannettiğimiz tüm o güzel şeyler.
Yavaşça kalktı yerinden. Sandalyesini bana doğru yaklaştırdı. Her şey soluklaştı. Uğultu sesini elimle yok etmeye çalıştım. Düşüncelerim yeterince gürültülüydü. Gözlerin korkunç şeylere tanık olmuş kadar çarpıcı ve kim bilir kimsin? Gece ilerledi, anlatmaya başladım yeniden.
- Dışarı çıksam. Havayı içime çekip, yürümeye başlasam. Arkama bile bakmadan koşmaya başlasam sonra. İhtiyacım olan bu değil. Sadece kendine ütopik bir dünya kurar ve aslında onun çok dışında yaşamayı öğrenirsin. Sen nasıl hissediyorsun kendini? Benim için her şey aynı. Bütün gerekler. Gereksizlikler. Aynı yani. Yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç. Anlıyor gibi bakıyorsun. İhtiyacım olan bu da değil. Dinle beni. Hissizleşiyorum. Belki de hafifliyorum. Bunu şu anda bilemiyorum. Gitmek istiyorum. Bir şekilde yolunu bulur her şey. Yolumu bulabilirim. Ararım belki sonsuza kadar.
Dolabı açıp, biraz daha şarap koydum. Kokusu soluğumu kesti. Saatime baktım, saatim durmuştu. Balkona çıktım. Beyaz ışıklı duvarlara. Duvarlardaki gölgelere. Hızlı hızlı yürüyen kederli yüzlere. Üşümüş bir kadına… Bir ağacın dallarına takıldı saçım. Duraksadı zaman, kayboldu gölgeler. Uyandım. Yani sanki. Bir şekilde, nasıl olduğu önemsiz, girdim eve.
Uyudu. Işıkları kapattım. Uyumadım.
Öyle salaklaştığımız bir dünyada yaşıyoruz ki. Salaklaştırıldığımız. Evrenin bize sunduğu tüm şansları elimizin tersiyle itiyoruz. Bize dayatılan bütün o saplantılarla yaşamayı öğreniyoruz.
Uykum geliyor.
- Bu adam. Karşımdaki adam, beni karşısına alır aşkı anlatırdı. Bu gece yalnızım. Bütün düşüncelerimle iç içe, bulanık bir haldeyim.
Şarabım bitiyor ve her zaman gün yeniden doğuyor.