Bazen önümde sınırsız bir yeşil, mavi ve sarı uzanırmış gibi hayal bile kurmuyorum. O yerlerdeki insanların mutluluk dolu aptallığını, bir tutam tuz serper gibi, toprağa bırakıyorum. Bir salı sabahı, yarıda kalmış şehrin küçük bir bahçesinden, unutulmuşluğa yazıyorum. Görünmez bir ip beni yanımda duran şu ıhlamur ağacının dallarına bağlıyor, görünmez bir ip beni isimsiz sahibime bağlıyor. Akılsızca bu tekdüze hayatımla, aklımla eğleniyorum. Sonunda birinci tekil, şimdiki zamandan asla vazgeçemiyorum. Son hiç değişmiyor belki de var olmayı beceremiyor. Bu tekdüzelik duygum, tanıdık bir koku yayıyor, boynumdan göğüslerime doğru… Tekdüze ve kati, karıncalar gibi… Yükseliveriyor. Karşı binanın birinci katı yanlış bir alarmla kavga ediyor. İp, adamın ve alarmın yalnızlığına bağlanıyor. Nedensizce Kafkanın günlerdir yalnızlık çektiği odasını, dünyada da yalnız oluşuna bağlayışı geliyor ya da öyle bir şey, Kafka düşünsün. Gerçekten. İçsel canlanmalar anlaşılmak zorunda değildir. Gerçekten. Yerine bir şey söylemeyi bulamadığınız zamanlarda hangi kelimeyi kullanırsınız? Neyse, aynen, evet, öyle, peki ve gerçekten. Daima farklı olduğunuzu iddia ederken, aynı şeyleri tekrarlıyorsunuz. Bunlar beni üzüyor, yıpratıyor. Anlık dengesizliklerin kurbanı oldukça, kendime ne kadar benzediğimi görüyorum. Tadım kaçıyor ve bütün varoluşçular gibi bir bulantı yaşamıyorum, neyse ki. Bir salı sabahı, diğer yanımda duran şu mor renkli bodur ağacın hissettiklerimi yarın da soğukkanlılığımla yazacağımı hissettiğini görüyorum. İçimde bir delilik yok, içimde gömülü cehennem ve arafla boğuşuyorum. Şimdilik. Kafamı defterden kaldırdığımda, dünya bir yanımda akıp gitmiş oluyor.