Sessizlik Sireni
Gezinirken kafamda tasarladığım o bütünüyle kusursuz cümlelerimin karşılık bulamaması, hayatımın baştan sona yararsız, tepeden tırnağa yararsız oluşunu hatırlatıyor. Karşılık bulamıyor, hatırlamıyorum. Sigaramın dumanının hafif kokusu bile onları diriltmeye yetmiyor. Gözüm yaşarıyor ve damağımdaki bu acı törenin hazzını bile yaşayamıyorum. Dünyayı parmaklarıma dolayıp nihayetinde her şeyi sıkılmayı denemekten ibaret olduğuna bağlayabilirim. Düşle ve düş için yaşayan karamsarları toplayıp, evreni parçalayıp, yeniden dalgınca kurabilirim. Gökyüzünün ağır maviliği kadar saçmalayabilirim. Bu tarifsizliğin olanca hızıyla karşılık bulmasını beklediğimi düşünsenize, bulanık ve kirli güneşe haykırarak bağırırken, hüzünlü ev kadınları gibi eteğimin ucundaki ipi dişlerimle koparmaya çalıştığımı ya da ölçüsüz tutkularımı ve arzularımı bir fermuar gibi bedenimden sıyırdığımı.
Kimdik biz? Bir kalıntı, bir tasarı, bir hayal, kimdik biz?
Bu süzülmeden çatıya vuran yağmur damlaları gibi akan, başlangıcı, sonu ve ortası olmayan cümlelerim için özür dilerim. Anlamsız bir gösteriyi izlerken kafa sallayan ters yüz insan başları gibi, gök gürültüsü, yoğun trafik, pencerelerde kımıldayan gölgeler, sanki bir yerlerde perspektifleri sessizlik sirenleri kadar rahatsız edici. Metaforsuz. Ayak sesleri karışmış, bu bulanık güneşin altında acısıyla ve neşesiyle iğrençliğin tanımına ve amaçlarının kirliliğine uygun insan hayatları kadar rahatsız edici fakat bedenim okşayışların ve okyanusların efendisi.
Hüzünlü gözlerden yoksun olmanın dayanılmaz hafifliği de var içimde. İçimdeki karmaşa, parke taşlarına vuran gökyüzünün maviliği kadar ağır. Gökyüzünün ağır maviliği… Müziğin hafif soluğu, düşsel bir yolculuk, içsel bir zamanlama. Ne demiştin sen, zaman tanrı gibi bir şey ya da ta kendisi. Gökyüzünün ağır maviliği kadar saçmalıyorsam, öyle ya da böyle bir şey hissetmemizi sağlasın. Gökyüzünde süzülen bulutlar mı belirli bile değil, belirsizlik bile mi? İçsel bir zamanlama, anlaşılmak zorunda değildir. Çoğu zaman…