Ortaya Karışık
Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir;
kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.
-Halil Cibran
– Hatalarımdan korkmuyorum. Karşıma otur, sadece dinle. Bir şarap koy kendine. Olur
mu? Başımıza gelen tüm güzel şeyler gerçekleşir ve onlarla işimiz biter. Bilirsin. El
değmemiş ve canlı olduklarını zannettiğimiz tüm o güzel şeyler… Biter. Hata
yaparsın. Biter. Devam eder. Her şey üst üste mi geliyor?
Lambanın loş ışığında sineğin biri çaresizce çırpınıyor. Birkaç tanesi daha geliyor. Evin
birinde ben… Elektrikler gidiyor bir ara. Yoksa bana mı öyle? Öyle geliyor, bilemiyorum.
Karanlıktaki bulut kümeleri bir anda çok çabuk aydınlanıyor sanki. Sinekler kayboluyor
gözden, yerine yenileri geliyor.
– Yaptıklarımdan ve yapacaklarımdan korkmuyorum. İnan!
Yavaşça kalktı yerinden. Sandalyesini bana doğru yaklaştırdı. Her şey soluklaştı. Uğultu
sesini elimle yok etmeye çalıştım. Düşüncelerim yeterince gürültülüydü. Gece ilerledi,
anlatmaya başladım yeniden.
– O kadar çok yanlış yaptım ki. Çevremde ne varsa kırıp döktüm. Dışarı çıktım o gün.
Seninle karanlığın içinde dans ettiğimiz ve sonrasını hatırlamak bile istemediğim o
günün gecesi. Havayı içime çekip, yürümeye başladım. Arkama bile bakmadan
koşmaya başladım. Sonra. Yine savruldum. Kırdım. Sadece kendine ütopik bir dünya
kurar ve aslında onun çok dışında yaşarsın. Bilirsin. Sen nasıl hissediyorsun kendini?
Elimi tut. Benim için her şey aynı. Anlıyor gibi bakıyorsun. İhtiyacım olan bu değil.
Dinle beni. Yol boyunca yürürken, pencerelerde tedirgin insan gölgeleri gördüm. Bir
gösteriyi bekler gibiydiler… Bir düşün ortasında savrulurken. Uyanmış bu insanlar.
Korku dolu gözlerle neyi bekliyorlardı diye düşündüm. En başta heyecan sanıp
yanıldığımı fark ettim sonra. Heyecan dolu mu? Kesinlikle değil! Gözlerin sırrı.
Gözler ve ağız. Bütün çelişkileri görebilirim onlarda. Sıcaklığını kaybetmiş, öfkeli,
korkmuş ve benim kadar yalnızlardı. Bu konuda yalnız olmadığıma sevinmiştim.
Anlamsızca güldüm.
– Ve derken, beklenen o gösteri başladı. Şiddetli bir sarsıntıyla o tedirgin gölgelerin
hepsi bakışlarını aynı anda aynı yere çevirdi. Bana. Kağıt para inceliğine büründü yeryüzü, bastığım yer esnedi sonra geriye doğru sıçrayarak düştüm. Bir boşluk büyüyerek bana doğru yaklaştı ve tam ayağımın ucunda bitti. Tırnaklarımı çıkarsam ölecektim. Bana kızma. Kuyu diyorum. Ağzımdan öyle çıkıyor. Kuyu. Kuyuya düşersem, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Dolabı açıp, biraz daha şarap koydum kendime. Şişe ellerimin arasından kayıp,
yere düştü. Kan gibi. Cam kırıkları zaten umurumda değil. Doğuştan sakarım. Yaşamdan
sakar. Kokusu soluğumu kesti. Saatime baktım, saatim durmuştu. Balkona çıktım.
Duvarlardaki gölgelere. bir kadına. Bir ağacın dallarına takıldı saçım. Şuursuz bir atın
koşusudur yaşamak. Nefes almak. Yani sanki. Saatim durmuştu. Lambaya baktım. Yerine
yenileri geldi. Yanına gittim.
– Gölgelerin hepsi bakışlarını aynı anda bana doğru çevirdi. Yer çekimi gücünü yitirmişti
sanki. Düşmek yitik kelime. İkiye ayrılıyordum. Parça parça olmuştu bedenim. Sonra. Hep…
Sonra yaşadığım değişim eskiye doğru götürdü beni. Oradan çıkamazsam dış dünyayla
iletişimim kopacaktı. Parça parça. Eksik. Belki alabildiğine bütünsel…
Yerine yenileri gelmiyor. Eksiğim, karanlığım. Yaşamın neresinden tutacağımı bilemiyorum.
– Büyük yanılgı ama! Onu biliyorum. Hayat bu kadar basit değil. Düşlerin gerçeğe
uymayan bir kurgusu var. Bilirsin.
Dünya, bedenimin altında umarsızca hatta utanmaz bir tavırla esniyordu.
– Öfkeli bakışlar. Öfkeli denemez artık. Yerini gerçekliğe bıraktı. Gerçek ne kelime.
Gerçek veya merhametli. Hem gülünçlüğümün de farkındaydım. Bu yüzden ya!
Binlerce ölüm yaşıyorum…
Yerine yenileri geliyor. Yitirdiğim kelimeyi bulup ayaklarımı yere basıyorum. Bir yanılgı
daha. Düşlerde bile, gerçekleşen her isteğin bir bedeli oluyor.
– Gözlerimi açtım, tedirgin gözler kaçırdı benden gözlerini. Hepsi aynı anda ayak ucuna
baktı. Kimisi kafasını geriye doğru atıp tersten baktı dünyaya. Gün doğacaktı.
Biliyorum. Ne zaman? Yeryüzünün inceliği, hassaslığı, yerini yavaş yavaş ufak çatlaklara bıraktı.
Sol kaşımın üstüne dokunuyorum. Yüzük parmağımla orta parmağımı birleştirip, yarığın tam
ortasına bastırıyorum. Dengemi kaybediyorum, geriye doğru… Gün doğacak.
– Tutunmak; tutup bırakmamak, dayanmak, direnmek, asılmak, aynı yerde ve aynı
durumda kalmak… Zaman ilerledikçe daha da zorlaşıyordu. Düşmemeliyim. Düşersem, ancak bir başkası olarak kalkabilirim. Dünyanın ortasına yaklaşıyor olmalıyım. Ansızın bir gürültü. O uzun düşüş. Yitirecek vakit yok. Tavşan’ın peşinden koşuyorum, tavana asılı bir sıra lambayla aydınlanan uzun, basık bir salonda…
Hayır. Kafam karışıyor. Ondan bana yardım etmesini istemekten başka çare göremiyorum.
“Düşersem,” diyorum…
– Düşersem sen de bir başkasına dönüşeceksin. Savrulmuş her parça yerli yerine
dönecek, öfkem dinecek. Artık korku duymayacağım. Tekrar karşılaşacağımız zaman,
bu sefer artık.
Uyudu. Anlamadı. Yerine yenileri gelenler. Sinekler… Işıkları kapattım. Uyumadım. Bütün
düşüncelerimle iç içe, bulanık bir haldeyim. Şarabım bitiyordu. Uykum yok. Şöyle bir baktım
etrafıma. Geri dönmeliyim dedim. Aldım son yudumu. İlerledim buzdolabına. Açtım.
Devamını anlatmayayım. Kapatalım camı. Gidin siz de. Kapıyı çekin. Bak! Canım ağaçların
içinden geçmek istiyor. Gitmeyin! Şimdi size anlatacaklarım ellerimin arasından kayıp
gidenlerle ilgili…