skip to Main Content
Rutin Canavarı

Rutin Canavarı

“Varoluşun anlamsızlığını tanımak, bizi kendi anlamlarımızı yaratmaktan sorumlu olduğumuzu fark etmeye zorlar.”

-SARTRE

Her sabah yürüdüğüm bu uzun koridorda. 7 yıldır, Saat tam 08.22’de. 2. adım sigara içmek yasaktır. 6. adım konuşmak yok. Küçük, gri odama birkaç adım kala, dinlenmek yok!

23 katlı bir binanın 12. Katında koridorun en sonundaki odada çalışıyorum. Yaşıyorum… Bunlar normal, asıl ve kaçınılmaz kısımlar tabi. Saatlerce önümdeki ekrana bakıp, 2 saatte bir kahve otomatının yanına gidiyorum ve bağırmaya başlıyorum. Avazım çıktığı kadar. Bu benim rahatlama şeklim. Yanımda bazen benciller, küstahlar, zorbalar hatta zayıflar bile oluyor. İlk başlarda alışmaları çok zor olmuştu ama alıştılar. Bir kısmı benim gibi bağırmaya bile başladı. Zayıflar başladı, henüz gerisi gelmedi. Ama hepsinin yaşadığı o tiksinç durum, benim bağırmamın yanında bir hiç inanın. Bir hiç kalır o tiz çığlıklar. Susmayı bırakırlarsa, herkes bırakırsa daha sessiz olacağım söz. Belki bu onları, olanları değiştirmenin tek yoludur. 23. Katı yıkabilmemin tek yolu. Arkamdaki cam kapılar tuzla buz olurken, sarışın kadın çığlıklarla aşağıya kaçarken. Ve makam sahibi insanımızın efendiliği bozulmazken, herkes kaçmış ve o yalnızken. Yanarken her yer, ben çatıdan koca şehri izleyip, gökyüzünde süzüleceğim. Yemin ederim.  Bazen kahve makinesinin camında beni kışkırtacak bir sürü şey görüyorum. Aksileştiren. Sertleştiren. Düpedüz umursamazlığımı da görüyorum. O zaman daha çok bağırıyorum. Bağırmak yasak değil. İçimdeki o beni boğan canavardan, o rutin canavarından kaçabilmem için. Adını rutin canavarı koydum. Acınası bir haldeyim. 7 yıl önce sabah saat 06.00’da beni yataktan fırlatan bir alarm sesinde doğdu. Yalnızlığımla beslendi ve kamburumda büyüdü. Her yere benimle geliyor, bir parçam gibi. Bir gölge gibi. Sesim kesilene kadar bağırsam da gitmiyor. Dev bir fasulye gibi.  Ağzı ve gözleri olan siyah bir fasulye. Sıcak bir kundakta başlasaydı yaşama böyle mi olurdu? Düğmeye basıyorum. Şekersiz kahve. O sidik rengi içecek karton bardağıma akarken, geriye bakmaya zorlanıyorum. Kafamı kaldırıp yansımama bakamıyorum korkudan. Yalnızlığımın daha hoş yanlarını hatırlıyorum. Ne zaman istersem o zaman yataktan çıktığım, kötü alışkanlıklarımın zararsız olduğu… İşten çıktığımda eve gidip camın kenarına oturuyorum. Biraz ot ve bira içiyorum. Canavarla karşılıklı. O şehrin kaosuna bakıp, sırıtmayı tercih ediyor.  135 sayfalık bir kitabı 6 gün olmuş bitiremiyorum.  Sabah pembe panter müziğiyle uyanıp işe gidiyorum. Alarm sesini değiştirdim. Acınası halde olduğumu söylemiş miydim? Köü alışkanlıklar zor oluyor haliyle. Şu an sürdürdüğüm yaşamla karşılaştırınca daha tatmin edici olması canımı sıkıyor. Tüm yaradılışın, zavallı karıncalardan, ölmekte olan insanlara kadar, her şeyin ızdırapla birleştiğini anlayarak uyanamıyorum ne yazık ki. Dünyada ızdırap ve sürekli bir tatminsizlik vardır elbette. Bakın bu dört soylu gerçekten buna inanıyorum işte. Ama sessiz ve sarı giyimli biri de olamam. Kahvemi çıkarıyorum makineden, bir yudum alıp çöpe atıyorum. İçilecek gibi değil illet. Kahve getirmek yasaktır. Tuvalete gidiyorum. Şaşkınlıkla aynaya bakıyorum, uzun bir süre. Ben bütün insaniyetimi, kötü bir günün ardından kaybettim. Tek bir kötü gün. Kırmak istiyorum aynayı. Gözler, bütün çıplaklığıyla. Kırdım aynayı, elim kanadı. Annemin yüzü belirdi aynada. Gülümsedi. Sabah oldu. Ufak bir aralıktan gün ışığı sızdı içeriye. Işığı, gözlerimi kısıp kolumu kaldırarak engellemeye çalıştım. Biri çat diye düğmeye bastı. Beyaz ışıklı duvarlara uyandırıldım. Annemin yüzü paramparça oldu. Binlerce karton bardak dev bir çöplüğün ortasında dağ oldu. Kaçtım. Ayna da kırılmadı. Gün zaten hiç doğmadı. Hayat anlamını yitirdiği zaman siz nasıl davranacaksınız?

Gizem Akın

Gizem Akın

gizem@sekkahve.com

Back To Top