skip to Main Content
Kediseven Sokağı

Kediseven Sokağı

Bakımsız, sarı bir bahçeden geçiyorum. Bir gece farkında olmadan bu bahçeye girip kusmuştum.

Derinliğe, sessizliğe ve kapalı perdelere yabancı değilim…

Koltuğunda sallanan adamın, çiğneyip durduğu dudakları ve sağ elinin baş parmağıyla işaret parmağını birbirine sürtüp durması duygularının yansısıydı. Uçurumun kenarından itsem onu, sadece arka plan kayar.

Küçük bir aralıktan cama uzanmış bir dal parçası görünüyor. Çırılçıplak. Tarçın kokusu geliyor burnuma. Bir gece, sadece tarçın hakkında saatlerce bir şeyler anlattığımı anımsadım. İfadesiz ama dikkatle dinlemişti. 

Yanağına küçük bir öpücük kondurup, şarabımı açmak için mutfağa geçtim. Perdeler kapalı. Ona da çay koydum. Çayın içine çubuk tarçın koymuş. İçeri doğru kafamı uzatıp gülümsedim. Eşlik bile etmedi. Deli bu adam! Güneşi bile sevmez. Kendine sokağın başındaki pazardan bir şeyler alır, onu da sevmezse kapının önüne koyardı. Üzerinde de küçük bir not: “Sıradaki alsın!” Hiçbir şey onun değildi sanki, her şey oydu.

Duvardaki, yaban domuzu kafasını kaldırmıştı. İçeriye girer girmez karşınıza çıkardı ve en azından ben uzun süre bakamazdım. Kelle karşısında kafayı çekip çekip çok kafa şişirmişimdir ama. Hikayesini ona hiç sormadım, istese anlatırdı. Özgürlük, istemediğini yapmakta gizli değil miydi? Ben bazı anlamlar yüklerdim yer yer. Zaten sürekli bir şeylere anlam yükleme çabamız yüzünden değil miydi tüm bu ideolojiler, doktrinler? Hep bir kamufle çabası! Neyse.

Komşusunun öldüğünü söyledi. Kepçe kulaklı bir çocuk gece yarısı kapıyı çalıp haber vermiş. Hafif ürkekmiş. Geride geride duruyormuş. Anlam verememiş. “O kadar mı korkunç görünüyorum yahu!?” Kalp krizi geçirmiş adam. Bildiğim komşulardan değilmiş. Bir kadın girmiş aralarına. Cenazeye gitmemiş. Bir paket sigara içmiş o gün. İçmez normalde. Boğazı acımış sabah. Hatırlar gibi içti önündeki tarçınlı çayı. Gözleri sımsıkı kapalı, yutkunarak…Bahçedeki yaprakları temizlemiş sonra da pişman olmuş. Doldurulmuş domuz kafasını kaldırıp, duvardaki ize bakmış uzun uzun. İnsan yeryüzündeki en derin uykudaki hayvanmış. Şaşırdım. Dar gelmiş her şey, ağlamış, ağladığına utanmış. Rüyasında görmüş onu, bütün odalar aynıymış, korkmuş.

Dışarıda yağmur başlamıştı. Perdeleri açtım. Hava kararmak üzere…Hava kararınca perdeler açılır, sokağın ışığı aydınlatır içeriyi. Radyodaki adam sessiz ve yavaş konuşuyor. Çayın altını söndürdü, kapının önüne çıktı biraz. Kedi de peşinden… Bir kara kedi ki bir gün konuşacak diye çok korkarım. Hatta bakmayın siz, cinayet bile işletebilirdi bu kedi size.

Saatin geç olduğunu yengeç gibi yürüyen ve şuursuz kahkahalar atan sarhoşlardan anlayabiliyorum. Bu sokak kediseven sokağı. Dürbünüyle sözüm ona karşıdaki dağları dikizleyen karşı komşunun, güneşe değil yıldızlara bakanların, neon tabelaların altında öpüşenlerin, çöpçülerin, camdan bakan orospunun sokağı. Burası geceleri perdelerini açanların sokağı…

 

Gizem Akın

Gizem Akın

gizem@sekkahve.com

Back To Top